25 Aralık 2017 Pazartesi

İlk

Geçen gün, idman dönüşü, ilkokul arkadaşlarımdan biri ile karşılaştık. Önce o tanıdı beni, dikkatli bakınca ben de onu. Ne de olsa, dile kolay, otuz yıl! Ayak üstü bir kaç dakikalık neşeli ve keyifli sohbet, nasılsın, iş güç, çoluk çocuk, telefon numaraları alındı verildi vs... Müsait değildi, taşınmış mahalleden, yine uğrarsa, çay içmek üzere buluşacağız inşallah.

İlginç olan, fark ettiğim şeydi. Biraz düşününce, ilkokul günlerimin bıraktığı izin, daha derin olduğunu anladım. Orta okul, lise, üniversite günleri ve arkadaşları bir anda değersizleşti, ilkokul günlerimin yanında.

Aradan otuz yıl geçti oysa ve bir çoğunun yüzü yok hala hafızamda. Ama, özlemek değil de,  daha derin olan  bu bağı, tanımlamakta zorlanıyorum.

24 Aralık 2017 Pazar

Oku

Kitap okumayı çok seviyorum dedi, saklanıyorsun dedim.

Kitap en iyi dosttur dedi, o kadar mı yalnızsın dedim. 





22 Aralık 2017 Cuma

Tazele

Beni duyduğunu biliyorum, anlamak istediğini de, ama bu kadar üzülme artık: birini anlayabilmek, bir noktadan sonra, bir nasip işidir. Ne o su süzülür, ne o toz dağılır... Çayları ve acıları tazele sen yine de...

20 Aralık 2017 Çarşamba

Toz

Parmak uçlarımda süzülür su gibi,
içimdeki toza üfler gibi değilsen!

Bırak beni halime...


15 Aralık 2017 Cuma

Var

Yazamam öyle uzun uzun: Bir cümlede anlatılamayan,  bin cümlede nasıl anlatılır, ezelden bilmem.

Ama, her kimsen, neysen, nerdeysen, hangi dağın ardında, hangi taşın altında, hangi çekmecede, artık söyle. Var olduğunu bildiğimden, çok daha fazlasına ihtiyacım var...


13 Aralık 2017 Çarşamba

Olmaz

İçim: akıp gidiyor, kayıp gidiyor ya da uçup gidiyor desen de olur dedi.

Dedim. Olmadı.

11 Aralık 2017 Pazartesi

Su

Sen bana bakma, ben yatağımda akarım
Akıl bir kırkayak, ayakları birbirine dolaşır
Sözüne değil de, sustuğuma yanarım
Sen bana bak, bir su nasıl bulanır!

Senin vardı da, benim yok muydu çakıl taşım!

8 Aralık 2017 Cuma

Çöl

Sen, yürü su, aklımdaki ateş koşar adım.
Rüzgarı bul, buluta sor, aman dile.
Kıvrım kıvrım labirentleri bir bir saydım.
Ben külde buldum, sen çöl dile...

Leke

Ellerinde, ellerimde, aynı balçık lekesi.
İçimde, içimi seyreyler bir ud sesi.
Elin sükûnet, elim mum alevi.
İçimde, içimi mahveder bir ney sesi...

4 Aralık 2017 Pazartesi

Tak tak

- Gelir mi bir gün, çalar mı kapıyı?

- Çaldı diyelim ve bir anlamı kalmadığını, çaldığında anladığında, ne yapacaksın kapının arkasında...

1 Aralık 2017 Cuma

Eyledim

- Hayatın sırrını nerede bulabileceğini söylememi neden istemediğini anlayamıyorum!
- Kendim bulmalıyım ve daha da önemlisi kendim aramalıyım...
- Aradığın şey, mutluluk değil biliyorum, o halde ne?
- Olmaz ya, hadi ben anlatabildim diyelim, sen nasıl anlayabileceksin!
 Benim taşıyamadığım yükümü, sen nasıl taşıyacaksın...

Üzülme... Kabul eyle...

29 Kasım 2017 Çarşamba

Aman

Bir insanın konuştuğunu yanlış anla/anlama, buna o kadar takılma.

Sustuğunu ise, aman ha...

28 Kasım 2017 Salı

Soru

Soru: bir kuyuya taş attığında, çarpma sesini duyana kadar, bekler mi insan?

Beklerse neden, beklemezse neden?

Cevap: Bir çakıl taşı ve küçük bir su birikintisine ihtiyacım var...

His

Uzun bir yazı okuduğum zaman, insanın içine dair, boğulur gibi olduğumu hissediyorum kelimeler arasında.

Ve bir mecaz değil bu...

Şimdi

Böyle olmayabilir miydi? Olmayabilirdi belki, ama oldu.

Ayağa kalk, bittiği yerde başlar vesaire vesaire demiyorum.

Ama oldu diyorum.

Şimdi ne yapacaksın!

27 Kasım 2017 Pazartesi

Can ciğer

- Baksana!
- Söyle can ciğer.
- Ömer Faruk Tekbilek'e bu kadar ara verme.
- Eyvallah can ciğer...

22 Kasım 2017 Çarşamba

Özge

Hiçbir şey, hiçbir şeye benzemez oğlum ve hiç kimse hiç kimseye! Aynı değildir demiyorum bak: benzemez bile... Ne aynı şeyi görür, ne duyar, ne hisseder, ne konuşur, ne anlar, ne dinler, ne susar... Acısı özgedir, aradığı özgedir, beklediği özgedir, anlatma istediği ama  anlatamayacağı özgedir, boşluğu özgedir, eksikliği özgedir, selamı özgedir, tebessümü özgedir, kısa cümlelerle emzirdiği uzun  sohbeti özgedir... Dinlemeye, okumaya, söylemeye değer bulduğu özgedir...

Dizine serilidir : uzanasın gelir...

21 Kasım 2017 Salı

Bodos

Ararken ya da beklerken, koca bir hayatı ıskalıyor, hadi bodoslama söyleyeyim : berbat ediyor olabilir misin?

Kızma hemen!

15 Kasım 2017 Çarşamba

Yaşa

İstediğin kadar avaz avaz yaz/bağır, ister fısılda, ister sus.
Anlatamaz, tarif edemez, dindiremezsin.

Yaşayabilirsin ama...

13 Kasım 2017 Pazartesi

Üzülme

- Senin için yapabileceğim hiçbir şey yok.
- Biliyorum.
- Üzgünüm.
- Üzülme.

11 Kasım 2017 Cumartesi

Gölge

Gölgen bile, düşmesin bir başkasının gölgesinin üstüne. Ola ki, ağırlık yapıyorsun der...

9 Kasım 2017 Perşembe

Biliyorsun

Sürüklenmek ve yaşamak, aynı şey değildir.

Bu da ne demek şimdi?

Ne olduğunu biliyorsun.

8 Kasım 2017 Çarşamba

Güzel

İnsanın,  'asıl'  yaşam amacı nedir, 'asıl' neden yaşar! Saygı duyulma, şöhret, makam, zenginlik, aile, idealist duygu ve düşünce, aşk, nefsi arzular, huzur, mutluluk vb...

'her insan, yoğunluğunu arar' da, ne demek, tam ve net olarak...

Aldın mı başına, bir güzel belayı daha.

Sonrası

Ben, uzun uzun, kana kana  anlatırım anlatmasına da, ikimiz de kanmayız suya... Fırtına öncesi değil, fırtına sonrası bir sessizlikte anlatılır, anlaşılır, dinlenir, susulur: sessizce sakince usulca...

Üzgünüm: senin, içinde kaybettiğini, bir başkası, senin için bulamaz...

Nihayet

El ayak çekildiğinde, en nihayetinde, içine baktığında insan: yoğunluğunu arar...

En nihayetinde...

Öğüt

Sana acizane bir öğüt : tanışmak istediğin birine soru/sorular sorma. Tanıştıktan sonra da sorma, tanıdıktan sonra da. İçten dinle ve anlat, hepsi bu...

6 Kasım 2017 Pazartesi

Duman

Bunca söz, yazı, paylaşım vs çaba ve telaşının nedenini, tabi ki bilmiyorum.  Dumanı biliyorum ama! Bir köye, bir şehire yaklaşacak olsam da, yükselen dumanları görsem, aklıma ilk gelen, yakılmış yıkılmış olduğu olur.

Hadsiz bir yanılgı içerisinde olabilir miyim diye  düşündüğüm oluyor: belki de benim aklıma gelen yanlıştır, o duman, bir mangal ziyafeti anına ve sonrasına aittir aslında.

İçimi yokluyorum şöyle bir, sonrası aşikar işte...

Nafile

Uzun uzun anlatabilirler, biliyorum: felsefeden edebiyata, psikolojiden sosyolojiye, tarihten coğrafyaya ve hatta matematiğine kadar. Öğretici ve belki eğitici bile olabilir. Binlerce kelime, yüzlerce cümle, onlarca anlam: aslında tek bir his içindir.

Nafiledir yani...

Beni Yakışına / Nurullah Genç


BENİ YAKIŞINA


O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.

Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.

Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.
Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı.

Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.

Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile.
Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.

Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,
Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.

Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme.
Kalmadı hiçbir şeyim bak,günahım da yandı.

Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.
Ülkem yıkıldı heyhat!
Ordugâhım da yandı.

Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,
Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.

İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.
Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı.

O'ndan başka ne varsa yandı,
Yandık sen ve ben.
O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı.

5 Kasım 2017 Pazar

Okyanus

Su birikintisine, okyanus anlatılmazmış!

Öyle

Kainatta, canı yanan bir senmişsin gibi davranıyorsun.
Acını onurlandır, ama öyle davranma...

3 Kasım 2017 Cuma

Sandalye

Birinin evinin yandığını görünce, bir şekilde yardım edersin değil mi?

Elbette.

Ha işte onu, birinin canının yandığını görünce yapamazsın, kimse yapamaz. Şimdi anladın mı, kendini neden yalnız hissettiğini!

Bu: acımasız.

Bu: gerçek.

Böyle, nasıl yaşayabilir insan?

Bunu bilerek, kabullenerek: güle oynaya değil, yana yana yani...

Oturabilir miyim biraz?

Elbette, çekin bir sandalye...

SAM yeli

Mesafeni koru : anlaşılmayabilir, yanlış anlaşılabilir, dosdoğru anlaşılabilir vs! Sen, mesafeni koru...

Acısını gözünde büyütme, aşkı hiç büyütme, birini hiç ama hiç büyütme: kibir, sinsidir...

Bir şeyi ya da birini yüceltirken, kendini alçaltmadığından emin ol!

Sadık Adil Merhametli ol...


1 Kasım 2017 Çarşamba

Müjde

Neden sorusundan, kendini alamadığını biliyorum ve aslında bu sorunun, o ilahi cevabını bildiğini de... Ama, yetmiyor işte: yetinmiyor, daha da doğrusu yetinemiyorsun... Her yeni çarpışma ki sen buna tanışma diyorsun! Yara bandı kutusunun içini, bir gün dolu bulur muyum diye geçiriyor musun hala içinden! Şimdi sana gerçeği söylesem, yalanların açtığı çukurunu doldurmaya, gider mi elin! Kısa, iddiasız ve basit kelimeler yetmiyorsa anlatmaya, başka hiçbir şey yetmez! Sorduğun soru yanlışsa, ruhunun her zerresiyle peşinde olduğun cevap, celladın Yeis olur... İçten içe çürüyüş bittiğinde ki henüz ruh bile sağırdır, duyulmayacak çığlığın... Bu, sana verdiğim, ilk müjdeli haber...

30 Ekim 2017 Pazartesi

Kabul

Yaralıysan, bir başkası değil, kendin sarasın diye.

Yükün ağırsa, bir başkası değil, kendin taşıyasın diye...

Sözün varsa, anlaşılsın diye değil, önce sen anla diye...

Biri varsa, o değil, sen varsın diye...

Çukur varsa, bir başkası kazdı diye değil, sen düşeceksin diye...

Arayış varsa, bulasın diye değil, nasibin diye...

İki yarım, 1 etmez oğlum, iki yarım, 2 yarımdır... İki 1, 2 eder, yine 1 değil...

Kızma Gücenme Sitem etme ;

Kabullen...





Düstur

- Ya olursa - diye, her yeni sözümüz, her yeni arayışımız, her yeni bir kapıyı çalışımız! İçten içe biliyoruz oysa, hadi yapmayın, siz de biliyorsunuz; olmayacağını... Bu, anlatılır değil, anlaşılır bir şey. Her çarpışmamızda bir söz, bir şiir, bir şarkı ya da biri ile, bile bile hep aynı tatmin kırıntısı... Sofraya aç oturulur, aç kalkılır, düstur budur, amenna... Sadece okuduğunu, duyduğunu  anlayacaksa, öyle okuyanı / dinleyeni, neyleyim ben...

26 Ekim 2017 Perşembe

Unut

Unutma demiştim,
Ne kadar çok konuşur/yazarsan, o kadar az anlatırsın demiştim.
Dert etme, anlayamayacağını biliyordum...

18 Ekim 2017 Çarşamba

Büklüm

Mezarlıktan dönen birine, nasılsın diye sorulmaz! Susulur, dil bükülür, boyun bükülür, oturulur dizinin dibine...

Elhamdülillah

Mutlu olmak için yaratılmadı ki, olmadığı için üzülsün! Ne için yaratıldığını henüz bilmiyordu, ama, ne için yaratılmadığını biraz geç olsa da öğrenmişti... Buna da şükür dedi; elhamdülillah...

16 Ekim 2017 Pazartesi

Kardan adam

Dedi ki, bittim.
Dedim ki, sahi mi?
Ölüşünü izledim,
Ben, kardan adam...

12 Ekim 2017 Perşembe

9 Ekim 2017 Pazartesi

Sitem

Ne kadar seviyorsun dedi. Bilmiyorum dedim. Ne demek bilmiyorum dedi ve gitti. Gidişine değil, anlamayışına sitemim...

26 Eylül 2017 Salı

Odun

Ne zaman, twitterda bir iki tur atacak olsam, hep aynı yerde bitiyor; ne kadar güzel olursa, bir odun, bir ateşi söndürmez!

21 Eylül 2017 Perşembe

22 Ağustos 2017 Salı

pış pış

Köpek gibi biliyoruz; dünyanın bizim etrafımızda dönmediğini, ne acımızın, ne de mutluluğumuzun eşsiz olmadığını, kederimizin de, neşemizin de... Şımarıklık bizimkisi; biri/birileri  gelsin, kalbimizi ruhumuzu düşüncelerimizi hislerimizi acımızı mutluluğumuzu kutsasın, pış pışlasın...

Hepimiz de aynı bilinç altı; benim acım seninkini döver...

18 Ağustos 2017 Cuma

hamarat


 Kimi zaman yüzüne hüzün, kimi zaman tebessüm dağılabilir elbette! Kimi zaman korkak, kimi zaman cesur: kimi zaman merhamet, kimi zaman nefret bürüyebilir içini, bürümelidir de... Kimi zaman yazar, kimi zaman çizer, kimi zaman siler, kimi zaman unutulan, kimi zaman unutan... Kimi zaman uçmalı, kimi zaman çakılmalı; amenna... Biri sarmalı yaralarını, birileri kanatmalı, üfleyen az, kaşıyan çok olmalı... Kimi zaman az konuşmalı, kimi zaman az susmalı... Kimi zaman lep demeden Çorum, kimi zaman anlamayana davul zurna az olmalı... Kimi zaman yirmi otuz kırk yaşında olmalı, hayıflanmalı, kimi zaman kendine, kimi zaman herkese, her şeye kızmalı, öfkelenmeli, sevmeli, sevilmeli, incinmeli, incitmeli, küfretmeli, dilini ısırmalı, dişini sıkmalı, gözlerini kaçırmalı, içine içine bakmalı... Kimi zaman az, kimi zaman çok, kimi zaman can, kimi zaman çor olmalı... Üşengeç, utangaç, sarsak, sakar, tembel, hımbıl, titiz, dakik, saçları kimi zaman uzun, kimi zaman kısa, kimi zaman siyahı, kimi zaman beyazı çok, kimi zaman umudu az, kimi zaman iştahı çok, kimi zaman çay bardağı, kimi zaman  kahve fincanı... İşi olmalı, işsiz olmalı, işini sevmeli, nefret etmeli, gıcık olmalı, uyuz olmalı, hayran olmalı, buz olmalı, ateş olmalı, şeker olmalı, ağu olmalı, gıcık etmeli, uyuz etmeli, kapıyı çarpmalı, süzülür gibi çıkmalı, hata yapmalı, pişman olmalı, boyunu aşmalı, haddini taşmalı, tevazu bir paçasından, kibir diğerinden akmalı kimi zaman; vesaire vesaire...

Hepsinden olmalı elbette, hepsi olmalı... Aslını bilmeli ama; aslında, kim olduğunu bilmeli...

Şu, anlamama, anlatamama, anlaşılmama, yanlış anlaşılma meselesini de, o kadar da kafaya takmamalı... Ser dağınık olduktan sonra, sen hamarat olsan, ne fayda...


17 Ağustos 2017 Perşembe

Kabul

Kabullen...

 Yolu üzerindeki kuşlar rahatsız olmasın diye, yolunu değiştiren birini, incitmeyin...

16 Ağustos 2017 Çarşamba

kusur mu

Çayın son bir iki yudumunu, her zaman, bardağımda (arkamda) bıraktığım doğrudur; her nedense... Bu kusur mu, bilmem ama, yine de söyle, hakkını helal etsin...


15 Ağustos 2017 Salı

Üç güzel

Üç güzel;

'yardan düşmüştüm, yaralarım, yardan armağandır.'

'sen kuyunun içine bakarsan, kuyu da, senin içine bakar'

'uçurumun kenarındayım Hızır,
 koca yar, adım çağırır, kaldım parmaklarım ucunda.'

İkincisi; bir başka güzel...

kul

İstiyorsun ki, kar beyaz olsun göğün yüzü,
Bilmiyorsun ki, beyaz da bir, siyah da.
İstiyorsun ki, kanat sesleriyle dolsun bülbüllerin,
Bilmiyorsun ki, bülbül de bir, karga da.
İstiyorsun ki, bahar olsun kışın,
Bilmiyorsun ki, baharın da bir, zemherin de.
İstiyorsun ki, insan olsun; dağ olsun, duvar olsun,
Bilmiyorsun ki, insan da bir, viran da.
İstiyorsun ki, söz şifa olsun, kulak merhem,
Bilmiyorsun ki, dil de bir, lal da.
İstiyorsun ki, dizine uzanayım,
Bilmiyorsun ki, diz de bir, taş da.
İstiyorsun ki, kalbi beşik olsun, ruhu ninni,
Bilmiyorsun ki, ninni de bir, ağıt da.
İstiyorsun ki, bir dost olsun, bir de sevgili,
Bilmiyorsun ki, şems de sen gibi, leyla da.
İstiyorsun ki ait olayım,
Bilmiyorsun ki, sıla da bir, gurbet de.
İstiyorsun ki, bitsin artık,
Bilmiyorsun ki, bitse de bir, bitmese de.
İstiyorsun ki, koşturayım da çatlasın kalemim,
Bilmiyorsun ki, az da bir, çok da.
İstiyorsun ki, olmasın böyle,
Bilmiyorsun ki, olsa da bir, olmasa da.
İstiyorsun ki, yırtılsın için,
Bilmiyorsun ki, yırtılsa da bir, yırtılmasa da.
İstiyorsun ki, duyulsun sesim,

Bilmiyorsun ki, kul, duysa da bir, duymasa da...

12 Ağustos 2017 Cumartesi

iki buçuk

Hocam dedi, telefonunuzda feysbukta bir resme bakabilir miyim? Sesi tanıdık değildi, daha ben ne olduğunu anlamadan, ekledi; bugün kapalıya iadem var! Simasını hatırlıyordum, adını hatırlayamamıştım ama, samimi olduğum hükümlü çocuklardan biri değildi. İstediği şeyin, kurum kurallarına aykırı oluşu umurunda değildi... Tereddüt etmedim, uzattım telefonu, sizin feysinizden bakabilir miyiz hocam dedi? Tabi dedim, feysime girip, tekrar uzattım telefonu. Yaklaşık iki üç dakika kadar uğraştı, arama kısmına bir şeyler yazıyor, siliyor, tekrar yazıyordu...Hocam bir de siz deneyin deyip, bana uzattı, söylediği ismi girdim. Hayır hocam dedi, bunlardan hiç biri değil, sağolun deyip, çıktı odadan... Yemekten sonra, kurum binasının hemen yanındaki gölgede, diğer çocuklarla sohbet ederken, çıka geldi, hocam dedi tekrar deneyebilir miyiz, bu sefer benim feysimden deneyelim! Açık alanda, herkesin içinde istemesi, külli yasaktı. İkiletmedim, oturdu yanı başıma, defalarca denedi, yine olmadı, hocam siz deneyin denedi, hep aynı uyarı; ya şifre ya kullanıcı adı yanlış! Hızlı adımlarla ayrıldı yanımdan, bir iki dakika sonra yine geldi, hocam dedi, telefon etmeye gitmiştim, elinde bir kağıt parçasının üzerinde bir şeyler yazılıydı, denedik defalarca, olmadı bir türlü...

Öğleden sonra çocuklarla voleybol oynayacaktık, odama çekilmiştim! Hocam diyerek girdi içeri, bu sefer tamam, bir kez daha deneyebilir miyiz? Söylediği ismi girdim arama kısmına, hocam işte bu dedi heyecanla! Oğlum dedim, bu resim, biraz önce de çıkmıştı zaten. Hocam dedi, profil fotoğrafını değiştirmiş, tanıyamadım, iki buçuk yıl oldu görmeyeli...Sadece iki fotoğraf vardı, baktığı feys sayfasında, dakikalarca düşürmedi elinden telefonu, kah resmi küçültüyor, kah büyültüyor, baktıkça bakası geliyordu sanki... Sağolun hocam dedi, başka hiçbir şey söylemeden çıktı kapıdan, yine... Bugün menüde voleybol vardı, kapalı spor salonuna inip, voleybol oynamaya başlamıştık ki, ilk setin ortalarıydı, bu sefer salona geldi. Hocam dedim, fotoğraflara tekrar bakabilir miyim? Durdurdum oyunu, feysime girip, verdim telefonu, ama dedim, sakın bir yerlere bir şeyler yazma ama! Tabi hocam dedim, aldı telefonu, geçti kenara, yaklaşık beş dakika sonra getirdi telefonu, sağolun demeyi yine ihmal etmedi. Neyse, iki voleybol katili de bizim takıma düştüğü için kaybettiğimiz maç sonrası, odamda daha yeni yeni soluklanmışken, tekrar odama girdi, daha rahat daha keyifli görünüyordu... Hocam dedi, yine bakabilir miyim? Belliydi, bu sefer sadece bakmaya gelmemişti, anlatmaya gelmişti... Anlattı hikayesini, hocam dedi, iki buçuk yıldır görüşmüyoruz dedi, en son ne zaman yüz yüze geldiniz dedim, hiç dedi! Nasıl yani dedim, oturup bir çay içmediniz mi? Hayır hocam dedi, hiç yüz yüze gelmedik... Neden dedim, hocam dedi, iki buçuk yıldır içerideyim. İyi ama, izin kullandığında gitmedin mi yanına dedim? Olmadı hocam dedi, bir türlü olmadı, bir şeyler oldu, olmadı işte! Fotoğrafı var mı dedim? Yok dedi! Senin onda var mı dedim? Yeni gönderdim dedi, bir arkadaşıma gönderdim, o da, ona verecek dedi... Kapalıya iadem çıkmasaydı, yakında izne çıkacaktım, o zaman görürdüm belki... Yaşadığı yeri, babasını, okulunu, abisini, nasıl tanıştıklarını, neler olduğunu anlattı uzun uzun... Hocam dedi, onu gördüm ya, fotoğraftada olsa, bu bana yeter dedi. Ne kadar cezan kaldı dedim, bir buçuk yıl kadar dedi. Korkuyorum dedi, bu bir buçuk yıl geçer geçmesine de, sonrasında yine bir şeyler olur, onu yine göremem diye...


Sağolun hocam dedi, yavaşça kalkıp, çıktı kapıdan...

11 Ağustos 2017 Cuma

Ukde

Kırgınlık mı, kızgınlık mı, kırıklık mı, pişmanlık mı, hüzün mü, keder mi, acı mı, hasret mi, nefret mi, sitem mi emzirir bilemedi; bu ukdeyi...

Derin bir nefes ile alıp, derin bir elhamdülillah verdi... Sev ama unutma dedi; kul, aldığından azını verir...

La^1


Ayak bağı

Tezahür ettiğin, tecelli ettiğin, yansıdığın gölgeni düşürdüğün kulunu istemem! Hep'i vermeyeceksen, boynum kıldan ince. Yeter ki, hiçi ruhuma ayak bağı etme...

10 Ağustos 2017 Perşembe

ya

Cam kenarına bırakılmış, ikinci bir boş bardağı fark etti; etrafında ne kaşığı, ne de tabağı olan... Emindi, hiç bir bardağı, tepsiye yalnız koymazdı... Olduğu gibi bıraktı, toplamadı; dokunmadı bile hiçbir şeye... Açık bir çay doldurdu, iki kaşık şeker attı, sola karıştırdı çayını, kenara koydu kaşığını. Camın kenarına bırakılmış bardağın soluna çekip bir sandalye, oturdu, bi yudum aldı çayından... Camı açtı, sevdiği sözü hatırladı birden; ğöğün yüzüne bakmak, yerin yüzüne bakmak birdir oğul! Kapıya çevirdi yüzünü, bir süre baktı, doğruldu yerinden sonra, yöneldi kapıya...

Rabbim dedi, ya olmasaydın... 

9 Ağustos 2017 Çarşamba

La^


Seyir

Bir blog toplantısı için daha uygun bir yer olamazdı diye düşündü, çay ocağında çayı demlerken, gelmelerine daha vakit vardı ama, çay kısık ateşte, yavaşça demlenmeliydi. Karanfili çok severdi, belki sevmeyen olur düşüncesiyle, kapattı, bir kaç saniye önce açmış olduğu kavanozun kapağını, alışkanlık işte...

İki masayı birleştirmişti zaten, sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen sandalyeleri son bir kez düzeltti, ocağa yöneldi, çaydanlığın kapağını kaldırıp, kokladı, yüzünde bir gülümseme ile, kapının açıldığını duydu...

Gelen kişiyi, gelecek diğer kişiler gibi, ilk kez görüyor, bazılarının isimlerini bile bilmiyordu. Tebessüm vermek sünnet, almak farz idi; Ve tebessüm etti... Gelenin adını biliyordu, gözleriyle buyur etti...

Ardı sıra açılıp kapanmaya başladı kapı, ismini bildiği bilmediği ama illa ki ilk defa gördüğü, çok geçmedi, son bir kez kapanmadan önce, son kez kapandı kapandı... Çayların bir kısmını açık, bir kısmını demli doldurdu, haliyle, çay bardaklarının sayısı, sandalyelerin sayısından biraz fazlaydı; kimin, çayı nasıl içtiğini henüz bilmiyordu. Çay servisini yapmış, her çay tabağına bir tane kesme şeker, çay kaşığı iliştirmiş, şeker kabını ise  ortaya koymuş, son boş sandalyeye oturmuş, seyre başlamıştı... Hepsi çaya şeker atmamış, ama hepsi, yüzlerinde bir tebessümle, çayını karıştırmıştı... Nedenini anlamamış olsalar da, bir hikmeti olduğunu anlamışlardı...

Ne güzel diye geçirdi içinden, çay ehli çıkmıştı misafirler, bardağın biri boşalıyor, biri doluyordu... Seyir devam ediyor, yüzlerinden çok, nereye baktıklarına bakıyor, soru sormuyor, cevap aramıyor, bu anın, istisna halin, keyfini çıkarıyordu....

Son kez kapandığında kapı, bazı çay bardaklarının ait olduğu çay tabağının kenarında olduğunu, bazı çay kaşıklarının ise ait olduğu çay bardaklarının ve çay tabaklarının da dışında olduğunu fark etti...

Canının, yine yandığını hissetti...

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Selamun aleyküm Üsküdar

Bir kaç hafta önce, içinde bolca Kadıköy ve Üsküdar geçen bir blog yazısı okumuştum, birden fazla yazı desem daha doğru olur. İkisine de, bir minibüs ya da bir otobüs mesafesinde biri olarak, ikisinden de mahallesine yürümüşlüğü olan biri olarak, Kadıköy'de daha çok bulunmuş, ama Üsküdar'ı daha çok seven biri olarak, bir şeyler karalamak istedim, tam olarak bilmediğim bir nedenle...

Yedi yılım; orta okul, lise ve dershane dönemim Kadıköy'de; Yeldeğirmeni'nde ve dershaneler sokağı civarında geçti. Okulumuzun spor salonunda diyemiyorum, beden eğitimi yaptığımız ek binanın tavanında haç işareti vardı, bahçemiz yoktu, çayırönü durağında iner, hemen karşısındaki dik bir yokuştan çıkar, öyle varırdım, orta okul ve liseyi okuduğum okuluma. Dershaneler sokağının hemen yan sokağındaki Saray Bilardo'nun, dili olsa da konuşsa ki hala yerli yerindedir ama hayli zaman oldu gitmeyeli... Osmanağa Camisi'nin kıyısındaki daracık sokağa, o kadar tezgah ve dükkan nasıl sığmış, hala aklım ermez, ama severim o sokağı... Rıhtım'dan Bahari'ye ya cadde üzerinden, yani boğa heykeli üzerinden değil de, postane tarafından, ara sokaklardan daha keyifle gidilir ve daha güzel kokularla. Antikacılar sokağını hatırlıyorum, zira uzun zaman oldu gitmeyeli. Bir de, Moda'da çay bahçeleri vardır, denize kuş bakışı, bazen Bahari'yeden, bazen iskeleler boyunca deniz kıyısından giderdim. Söğütlüçeşme'yi, Salı Pazarı'nı ( o zamanlar henüz taşınmamıştı), Rıhtım civarlarını pek sevemedim. Özellikle postanenin üst tarafını ve sol üst çaprazını severim ( kabul ediyorum, ilginç bi yön tarifi oldu), balık kokusu, kahve kokusu, kokoreç kokusu ile hatırlarım hep ki bu da değişmemiştir hâlâ. Uzun lafın kısası, Rıhtım'dan, boğa heykeline çıkarken, sağ kolumu kaldırırım, çizerim sınırlarını...

Geleyim Üsküdar'a; çok daha az yaşamış olmama rağmen, daha farklıdır benim için... Bunu sadece his ile açıklayabilirim. İklimi çok farklıdır Kadıköy'den, daha sıcaktır, daha serindir, daha sakindir, daha huzurludur. Özellikle, Mihrimah Sultan Camii bir başkadır... Meydandan, Kız kulesine doğru değil de, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nün ayaklarına doğru yürümek bir de, kıyı boyunca... Bu ikisi, yetiyor da artıyor benim için, Üsküdar'ı Kadıköy'den güzel kılmaya...

Kadıköy, Selam! der en fazla... Üsküdar, Ve aleyküm selam!

Gönül, Allah'ımın selamına meyletmişse, ne güzel...

6 Ağustos 2017 Pazar

değil

Değil kalbine, ruhuna dokunsa nafile! Bu, senin savaşın; yalnız savaşırsın...

4 Ağustos 2017 Cuma

cuk

Diyelim ki bir tavsiyeye ihtiyacınız var, yirmili kırklı altmışlı yaşlarda üç aynı kişi, size tıpa tıp aynı tavsiyeyi veriyor. Size tavsiyem, ihtiyar tavsiyesinin dizinin dibinden ayrılmamanızdır. Kelimelerin aynı olması, içerdiği mananın da aynı olduğu anlamına gelmez. Söylediği/yazdığı sözün, üzerine cuk diye oturduğu çok az insan tanıdım, sanmayın ki lafım meclisimizden dışarı... Ne zaman lafın yolunu uzatacak olsam, illa ki bir kestirme çeliyor aklımı; azın anlatamadığı özü, çok nasıl anlatsın!

3 Ağustos 2017 Perşembe

bile

Oturup da şöyle, iki lafın belini kırsak, kalbimiz neyse de, ruhumuz kırılır. İlk kez bir bebeği kucağına aldığında hissettiğin, tedirginliği, acemiliği ve korkuyu hatırlıyor musun?

Zararı yok ; yaşasın ruhunuzun bile duymadığı kırıklar!

beşik

İşiniz, eviniz, konuştuğunuz, yazdığınız, yediğiniz, içtiğiniz, aileniz, dostunuz, sevgiliniz, izlediğiniz, dinlediğiniz, okuduğunuz, güldüğünüz, giydiğiniz, yaşadığınız bir yana! Yatağınıza girip, sağınıza yatıp, çarşafı üzerinize çekip, gözlerinizi yumup, yaşadığınız bir yana...

Beşiğimiz sallanıyor, bir o yana bir bu yana...

yoz


Yoz bir mutluluk değil istediğim, ' insan yoğunluğunu arar' daki sırrı anlamaya çalışıyorum. Üstünüze alının diye söylüyorum, gölge ediyorsunuz!

Benim gölgem, bana yetiyor oysa...






2 Ağustos 2017 Çarşamba

hatır

Arzın ve Arşın Hükümdarı'nın hatırını görmezden gelen, senin hatırını görmezden geldi ya da görür mü diye mi, bu ince sitem, hüzün ve sızı!

Etme...

limoni

Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.

Rad suresi / 28. ayet

Bulmaya, iyileşmeye, yetseydi; bu özge ayet-i kerime yeterdi... Demem o ki, Rabb'inle bile aran limoni iken, kul için kasma bu kadar...

Ama sen insansın

Saint Exupery / Kale
Ama sen insansın...

Bir yerde görürseniz; kitapçıda, kütüphanede, arkadaşınızın elinde ya da bir tavsiyeyle, kitap kurdu olsanız da, benim gibi olmasanız da, acizane önerim, mutlaka okumanızdır...

Şu mealde bir bölüm vardır kitapta ( alıntıdan ziyade, anladığımı aktarmayı daha çok severim) ; vücudunun her yerini çıbana benzer yaraların kapladığı insanlardan bahseder, önce iyileşmek isterler, uzak ülkelerden merhemler getirilir, iyileşirler. Ama kısa bir süre sonra, merhem sürmeyi bırakır, iyileşen yaralarını kanatır, eski hallerine dönmek için çaba gösterirler.

Yazar, bu tuhaf gibi görünen durumu şöyle açıklar; yaraları sayesinde o insanlar, kendilerini diğer insanlardan farklı görüyor, yaraları sayesinde bir yere tutunabiliyordu...

Haklıydı...

1 Ağustos 2017 Salı

SAM yeli

AŞK rüzgarında gözüm yok Efendim! SAM* yeli için esirgeme yeter...

*sadakat adalet merhamet...

file

İki alim kardeş varmış, küçük kardeş bir dağ kulübesinde, ağabeyi şehirde yaşarmış. İade-i ziyaret için, şehire doğru yola çıkmış, ikram olarak, bir pazar filesine doldurduğu balı götürüyormuş ağabeyine, keramet bu ya, bir damla bal bile damlamıyormuş. Şehire girdiği andan itibaren damlamaya başlayan baldan, ağabeyinin evine geldiğinde, eser kalmamış. Kapıyı açan ağabeyi, bir kardeşinin üzgün haline, bir boş pazar filesine bakmış ; üzülme kardeşim demiş, o filenin, bu şehirde damlamaması, zaten mümkün değildi...

Öykünün aslı bu değil, ama böyle okumayı, gerçekten seviyorum. Sizden aldığından, daha azını sırtınıza yük eden kaç insan tanıdınız! Serden geçmeden belki yare gidilir amma, Hakk'a gidilmez! Hakk'a, çırılçıplak ve yalnız yürünür... Boyumu aşan sözlerimde, ilk boğuluşum değil bu, siz sormadan, ben söylemiş olayım.

Üzülmemeniz gerektiğini bilmeniz, üzüntünüzü dindirmez elbette ; ama, anlamlı hale getirir...

31 Temmuz 2017 Pazartesi

tezahür

Anlatma telaşı, insanın kendini tanıma çabasının, nafile tezahürüdür. İçeriden seslenen de,  dışarıdan seslenen de bilmez; kuyu, ses geçirir, ama, anlam geçirmez!

kuyuluk

Konuştuğundan daha çok dinleyen, bloglarda,  yazdığından daha çok okuyan biri olduğumu söyleyebilirim, ne yazarken ne de okurken keyif alırım üstelik. Birini anlamak için, önce tanımak gerek ilkesine inanıyorsanız eğer, bir blog sahibini okumak, tam zamanlı bir eylem haline dönüşüyor haliyle ; sonu baştan belli. Bazı temel soru ve nedenleri, hem de, hemen hemen aynı cümlelerle bir başkasının kaleminden okumak başlangıçta şaşırtıcı, zamanla aşina bir hal alıyor; kelimelerimi ulu orta saçacağımı düşünmezdim, neden ara ara kişisel bilgiler veriyorum vb... Tıpa tıp aynı cümleleri kursa bile, tıpa tıp aynı düşünce ve derinlik ile kurmaz insan. Kuyu tanımlamasını çok severim, mezar - mezarlık, kuyu - kuyuluk! Bir mezara iki beden  sığar, bir kuyuya iki ruh asla! Ki, benzeş iki ruh arası mesafe birimi ışık yılıdır. Yaptığımız ya da yapmadığımız bir çok seçimi ki, buna, özelde, yazmak/okumak da dahil,  başka herhangi bir şey ile değil de, çaresizlik hissi ile yaptığımıza inanırım. Kendim için, kuyuluklarda dolaştığım olur, kendinde kaybettiğini bir başkasında bulamaz elbet insan ama,  bir tür, veremi bilip, sıtmaya razı olma vakasıdır; veremden ya da ölümden korktuğu için değil, veremli nasıl yaşanır, onu bilemediği için! Asıl konuya döneyim, bir blog yazarı, neden kişisel bilgiler verir ve tanımadan anlayamam ilkesi nasıl bir şeydir; parçaları tam olarak oturmadı bütünümde, henüz ! Öyle ya, birinin, çayını hangi yönde karıştırdığını bilmenin, onu anlamaya nasıl bir katkısı olabilir ki! Saat yönünün tersine karıştırsa örneğin, ne olmazdı ki...

30 Temmuz 2017 Pazar

rahat

Nedenini bilmek, sorunu çözmez elbet, ama insanı rahatlatır.

O nedenin kendisi olmadığını bilmek, daha da rahatlatır.

29 Temmuz 2017 Cumartesi

gölge

' Bir ağacı tanımak istiyorsan, parçalarına bölmemelisin'

Parçalarımı, zar zor, daha yeni yeni topluyorum! Uzaktan siz göremezsiniz, yakından ben göstermem...

Kendimi tanımam gerek...Gölge etmeyin lütfen...

merhem

Görüyorsun ya, senin ciğerinden söktüklerine, can ciğerin, hikaye (çöp demeye dili varmıyor) muamelesi yapıyor ve sen gıkını bile çıkaramıyorsun... İşte buna yüzleşme denir! Başlangıçta tuz, sonrasında merhem olur...

28 Temmuz 2017 Cuma

çay

Yapılan araştırmalarda, iletişimde;

 Kelimelerin %7-10 oranında, 
 Ses ve konuşmanın % 30-38 oranında, 
 Beden dilinin ise % 55-60 oranında etkisi olduğu bulunmuştur. 

Yani diyor ki, karşılıklı oturup bir bardak çay içmediysen, ne yazsa hikaye, ne yazsan hikaye! Sanki sen bunu bilmiyormuşsun gibi...



arzuhal

Ne taşıyabiliyor, ne bırakabiliyorum! Şikayetim değil, arzuhalimdir. Kırılmak mesele değil de, ya, en güçlü yerimden sınanmadıysam daha! Diyorum ya hep ; içimde aynı ayak sesleri...

merdiven 3

Güzel insanlar tanıdım mı diyerek baktı yüzüme! Elbette dedim , nasibin açık oldu hep. Sol dirseğimi göstererek, o çakıl taşlarının izi geçmemiş ama deyip ekledi, peki nasıllar; eksik mi, yarım mı? Sanırım, yarım dedim, ikisi arasındaki farkı, sanki bilir gibi. Ya ben nasılım dedi, hala ikisi de mi? Sustuğumu görünce, desene dedi ; dirseğim gibi. Ya kitap dedi, okumayı hala seviyorsun, ama hiç bir zaman kitap kurdu olmadın dedim, yani değişmedin. Bir başkasının yerine ölemezsin bile, öğrendim mi peki bunu, dedi? Öğrendin, ama bununla nasıl yaşayacağını bilmiyorsun hala dedim. Ama çabuk öğrenirdim ben dedi! Bu kez, değil diyebildim.

merdiven 2

Merdivenin başında oturuyordu, selamun aleyküm dedim, oturabilir miyim yanına? Elbette dedi, ama neden bu kadar geç kaldın ki? Beni tanıyor musun dedim, yüzündeki hüzünden belli dedi. Geleceğimi nereden biliyordun dedim, insan kendisinden kaçmakta, elbet yorulur dedi. Müsade var mı dedi , bir kaç soruya? Olmaz mı, buyur dedim. Bilerek çok gönül kırdım mı? Bile bile gönül kırsan, hala için erir. Futbolcu olabildim mi peki? Yok, antrenör oldun ama, yaşıtın çocuklara hocalık yapıyorsun. Tebessüm eden yüzü, düştü ayaklarımın dibine ; artık namaz kılmıyorum di mi dedi! Yutkundum. O'nu hala çok seviyorum ama di mi dedi! Çok dedim, çok...

merdiven 1

Aradan o kadar zaman geçti ki, 13-14 yaşlarındaydım sanırım ( dile kolay, çeyrek asır geçmiş, aslında 25 yıl da diyebilirdim, ama, asır deyince, daha bir havalı oluyor), hemen yanı başımızdaki caminin merdivenlerinde durup,  göğün yüzüne baktığımı hatırlıyorum, yatsı namazını eda etmiştim, gecenin siyah, yıldızsız olduğunu, havanın soğuk olmadığını,  hatırlıyorum, biraz belli belirsiz olsa da. Hani bir rüyadan uyanır, hatırlamakta zorlanır ya insan, işte o misal.

O 'hal', o 'his', aklımdan çıkmıyor ama!  Çok özlüyorum... Merdivendeki o çocuğu, çok özlüyorum...

çuval

Soru yanlış olamaz! Ama, cevabı açık uçlu, görüyorsun ya, birimiz değil, hepimiz çuvallıyoruz. Hiç olmazsa şıklı yapsan, olmaz mı! İşittik ve itaat ettik ; Sen, ol dersin ve olur...

27 Temmuz 2017 Perşembe

duvar

Mealen, 'senin, önemsiz gördüğün bir an için, kader, asırlarca çalışır'. Çok ama çok güzel. Böylesi güzellikte bir düşünce, nasıl yetmez, aksine, tuz olur! Emsallerini, defalarca defalarca gördüm üstelik; yetmiyor! Bu, sır değil elbet, hep aynı duvara tosluyor, bu kadar harf/kelime; ıskalanan ne!

zerre

Sebeblerden yola çıkar, yola koyulur, öyle ulaşılır sonuca. Parçaları, birleştirirsin,bütünü kabul edersin. Sonuç, sebebe bağlıdır, bütün parçaya! Sonuca, bütüne ulaşamıyorsa insan, kabul etmesi zor ama, ya baştan her şey yanlış ise! Doğru şık hangisi bilemem elbet, ama, şıkların hepsini okuduğundan emin olmalı insan; emin olmalıyım... Ya sebebler yanlışsa, ya parçalar yanlışsa ya içimi mahveden 'zerre'mi tartmaya çalıştığım terazim; hepsi en baştan yanlışsa!

Bir ağacı arıyorum dedi! Yaprakları, dalları, gövdesi, kökü, şöyle şöyle olan... Gördün mü dedi? Gerçeği söyleyemedim, görmedim dedim. Bulduğunda ne olacak dedim? Bilmiyorum, ama bulmalıyım, anlamanı beklemiyorum, istesem de anlatamam dedi.


Haklıydı, anlatamazdı...

26 Temmuz 2017 Çarşamba

kibir

18 tercih hakkım vardı, işletme, maliye, kamu bölümleriydi tercihlerim, Marmara Bölgesi'nin hemen her üniversitesi nasibini almıştı haliyle ve 13. tercih; Trakya Üniversitesi İ.İ.B.F işletme bölümü. Bilmediklerim de vardır ama, bildiğim en büyük yanlış karar. Çöpe giden 6 yıl, yarım bırakılmış, yıllar sonra bir af sonrası, kerhen bitirilmiş bir üniversite. Yanlış, üniversite ya da bölüm değildi. Yanlış, 18 tercihin hepsiydi. Kolay kolay yanlış kararlar vermeyen birisi olarak, yaklaşık 10 yılıma mal olan bir karar ve hala da,  görüldüğü üzere izlerini taşıyorum. Hikmet ile, nasip ile, hayır - şer ile, imtihan vb. ile açıklamaya çalışabilirim elbet ayet ayet. Dargın, kızgın, şikayetçi değilim ama, bu 'hal'i de tarif edemiyorum, bu her neyse, kibir değildir umarım.

inşa

Hep aynı ayak sesi; yıkmadan, inşa edemezsin...Bir put söyle bana, daha önce tapılmamış...

zeytin

Burnumda zeytin kokusu ve söylemesem nedenini, tahmin bile edemezsin...


Nasibin olsun bir zeytin ağacı...  

25 Temmuz 2017 Salı

terazi

Yüzeyden bakan, her şeyi basit görür.İlginç olan, derinden bakanın da, basit görüyor  oluşudur. İkisi de basit görür, ama aynı şeyi görmez.

Al sana terazi; tart bakalım.

put

'Kendimi keşfettikçe, seni kaybediyorum.'; derine indikçe daha da güzelleştirdim. Aşk üzerine yazılmış bir şiirde geçiyor oluşu ise, işin trajikomik yanıydı malesef.

Onlar, helvadan put yapıp bir süre tapıyorlar, acıkınca o puttan helvalarını yiyorlardı.










24 Temmuz 2017 Pazartesi

leş

' Bu dünya hayatı; yanlızca bir oyun ve oyalanmadır.......' Ankebut Suresi / 64   Unutma!

 Başka türlü, bu 'hal' ile, nefes dahi alamazsın... Felsefe, pimini çekiyor yavaşça; infilak etmene, ramak kaldı bir ömür miktarı ki aslında daha kısa... Bir kaldırım taşında bulacaksın leşini...

Söylesene, ben, kaç kişiyiz?

soru

Kim olduğun, ne olduğun mu! Doğru sorudan başlayalım mı ; ne haldesin!

aşina

'Bir insan, memleketini neden sever? Başka çaresi yoktur da ondan.'

Bu aşina sana, ama nedeni değil.

Ses, yankısını arar! Daha önce de söyledim, biliyorum ! Yine söylüyorum, ama aynı nedenle değil.

'Neden' neyi mi değiştirir? Çok şeyi.

Bu, artık, kimseyle ilgili değil. Aslında, hiç bir zaman değilmiş.

Bir sonraki merhale ; şimdi ne olacak!

nasip

- Çok şey istemediğimi biliyorsun.
- Biliyorum.
- Ama?
- Ama imkansız bir şeyi istiyorsun.
- Bu 'hal', benim hatam mı peki?
- Hayır, nasibin.
- Bunu, nasip ile açıklayamazsın!
- Sen, ne ile açıklarsın!
- Ne yapmalıyım?
- Kabul etmelisin.
- Benden ne istediğinin farkında mısın?
- Evet.
- Ya yanılıyorsan!
- Yanılmıyorum.
- Kabul edersem, dinecek mi?
- Dinmeyeceğini biliyorsun.
- Neden kabul edeyim o halde?
- Çünkü, gerçek bu.
- Bana yararı ne olacak bunun?
- Gerçeği bileceksin.
- Yetmeyeceğini biliyorsun.
- Yetinmen gerektiğini de.



23 Temmuz 2017 Pazar

sam

Aşktan bahseden birine, sadakat, adalet, merhametten bahsetme!  Aynı şey olmadığını, o da bilir. Şunu sor; kayıp ettiğin şeyi, nerede ararsın?

gelin

Bir elimin yazdığını, silmeseydi diğeri, ben de bilirdim uzun uzun yazmayı. Söylediğini anlamayan, sustuğunu nerden anlasın! Kızım sana söylüyorum, gelinim sen ağla...

22 Temmuz 2017 Cumartesi

marifet

Sona varınca, ne olacak diye düşündün mü hiç? Diyelim ki, anladın, anlattın, anlaşıldın! Ya sonra? Mutluluk mu, huzur mu, eş mi, sevgili mi, dost mu, mürşit mi, derviş mi, nedir derdin? Kan çanağı gözlerini, saçın başın dağılmış halini, küfrettiğini, yumruklarını sıktığını, suratının dağıldığını, bir suratı dağıttığını, dudaklarından kan sızdığını görmedim, gerçek uğruna...


Sus, konuş ve yaz! Bu mu, tüm marifetin!

21 Temmuz 2017 Cuma

Şık

Yüzlerine baktığımda göremediğim şey, ürkütüyor beni dediğinde biri,  a şıkkı; dili sürçmüştür, b şıkkı; eyvah...

Soba

Şimdi sana desem ki, sonuna kadar gidemeyeceğin yola girme! Ama, malum, o el,  o sobaya değecek...

piç

Sahi, piç ne demekti!

gibi

Uğruna ağladığı şeyler için, gün geliyor, gülesi geliyor insanın! İki seçenek var, bu, senin için, ya dün ya yarın. Acıdan bahsetme lütfen, ' derin acılar dilsizdir'i, her seferinde bu kadar kolay unutman, ağrıma gidiyor artık... Bir su birikintisisin sadece, kopardığın bu fırtına neyin nesi harf harf! Edebiyat parçalayışın güzel, ama, görüyorsun işte, olmuyor... İçinde hep ayak sesleri...


Senden bahsetmiyor gibi yapıyorum. Nasıl, oluyor mu!

20 Temmuz 2017 Perşembe

Biri

Biri, uzun uzun sorar, biri, kısa kısa  'hal' ine bakar. Biri çöldür, biri çölde yağmur...

Kum

Sınanmadıysan eğer, aşk, ihanet, ayrılık, sabır, sadakat, acı vb, hayata dair ne anlatsan hikaye! Söz, bazı yerlerde sığ, bazı yerlerde derindir. Boyunu aşıyorsa, girmemelisin. Bakma tıka basa dolu oluşuna sahillerin, kumdan kaleler için oradalar...

altı

Anlat demiştim, ama altı yaşında bir çocuğun anlayabileceği şekilde anlat! Anlattı uzun uzun, oysa ben, sadece kısa cümlelerle anlamayı biliyordum.

İlk yazdığımda da bu kadar güzeldi...

19 Temmuz 2017 Çarşamba

naif

Oturup karşılıklı, bir bardak çay içmediysen, asla anlatamazsın, asla anlayamazsın derdim hani, hatırlıyor musun! Ne kadar naif bir düşünceymiş; kelimelerin arkasında saklı olduğunu, saklı olduğumu biliyorum oysa, hala... Farkında değilsin ama, su akıyor yatağına! Bir şeyi bulmakla ilgili değil bu ya da bir yere varmakla. Gölgen ile savaşamazsın, ama barışamazsın da! Parmaklarımı doladığım senin saçların değil, korkma!  

18 Temmuz 2017 Salı

50 kuruş

Kasaya yanaştım, hoş geldiniz dedi kasiyer hanım efendi, gülümsedim. Alabilir miyim diye uzattı elini, verdim. Üç parçaydı di mi dedi, evet dedim, decathlon kartınız var mıydı dedi, sol elimle uzattım, kredi kartı ile birlikte. 149 tl dediğini, ikinci söyleyişinde duyabildim. Taksit ister misiniz dedi, 3 ya da 5 taksit yapabiliriz, 5 olabilir dedim. Poşet ister misiniz dedi, 50 kuruş karşılığında, iyi olur dedim, hoşça kalın dedi, teşekkür ederim dedim, gülümsedim yerin yüzüne ve yürüdüm çıkışa...


İnsanların anlattıkları duyulur, yazdıkları okunur... Kaide budur, usul budur, genel kabul budur... Bu kimleri için yeterlidir, hem de fazlasıyla! Kimileri içinse, biliyorsun işte. Bunu ilk kez söylüyor değilim; içindeki boşluğu, hiç bir şey ile dolduramayacaksın, asla, asla... Sandığın anlar olacak, ama öğreneceksin; saçlarından sürüklene sürüklene öğreneceksin...

tamam

Güzel insanlar tanıdım, hep belli bir mesafeyi korumam gereken! Gerekliydi biliyorum, herkesin iyiliği için. Bir şeyleri, her zaman doğru ve yanlış ile tanımlayamazsınız, anlamı yoktur ki olsa bile, faydası yoktur. 20li yaşların kıyılarında dolaşırken, yaptığımız yaren sohbetlerinde ki dedikodusuz gıybetsiz yalansız olurdu, çekirdek olurdu, çoğu zaman ya kapı önü ya sokak lambasının altı olurdu, saatler boyu olurdu , şunu hep merak ederdik ama; bu yaşta böyle oluyorsa, kim bilir 40lı yaşların kıyılarında dolaşırken nasıl olurdu? Yavaş yavaş da olsa öğreniyor insan; ömür, çok az şey ile doğru orantılı oluyor. Bu iyi mi, kötü mü bilmiyorum! Bir şeyi iyi mi kötü mü olduğunu, doğru mu yanlış mı olduğunu çoğu zaman o anki şartlar belirler ve o şartlar, o an için çoğu zaman belirsiz ve can yakıcıdır... 'Neden' sorusunu çok sevdim, hep daha da sevdim. İnsanları sevdim, hikayelerini sevdim, söylediklerinin yüzü suyu hürmetine sustuklarını sevdim, anlamayacaklarını bile bile sevdim, yanlış anlayacaklarını bile bile sevdim, bunda haklı olduklarını bile bile sevdim. Bir kuyudan bir kuyuya el uzanamayacağını bile bile sevdim... Her kuyunun bir kişilik olduğunu bile bile sevdim... Bir kuyu, nasıl anlatılır, bilemiye bilemiye sevdim... Neden sorusunun, anlamını yitirdiğini göre göre sevdim... Çok yazdım, çok sildim, çok konuştum, çok dinledim, çok sustum, artık anlıyorum ki, artık anladım ki, söylemeye dilim ar ediyor ama, bir kuyudan bir kuyuya el uzanmıyor! Kabullenmek gerek... Kabullenmek gerek... Kabullenmek gerek... Biraz baş ağrısı, biraz uykusuzluk, biraz keman, biraz ney sesi, bu tarifsiz acı...


Tamam, kabul ettim...