22 Ağustos 2017 Salı

pış pış

Köpek gibi biliyoruz; dünyanın bizim etrafımızda dönmediğini, ne acımızın, ne de mutluluğumuzun eşsiz olmadığını, kederimizin de, neşemizin de... Şımarıklık bizimkisi; biri/birileri  gelsin, kalbimizi ruhumuzu düşüncelerimizi hislerimizi acımızı mutluluğumuzu kutsasın, pış pışlasın...

Hepimiz de aynı bilinç altı; benim acım seninkini döver...

18 Ağustos 2017 Cuma

hamarat


 Kimi zaman yüzüne hüzün, kimi zaman tebessüm dağılabilir elbette! Kimi zaman korkak, kimi zaman cesur: kimi zaman merhamet, kimi zaman nefret bürüyebilir içini, bürümelidir de... Kimi zaman yazar, kimi zaman çizer, kimi zaman siler, kimi zaman unutulan, kimi zaman unutan... Kimi zaman uçmalı, kimi zaman çakılmalı; amenna... Biri sarmalı yaralarını, birileri kanatmalı, üfleyen az, kaşıyan çok olmalı... Kimi zaman az konuşmalı, kimi zaman az susmalı... Kimi zaman lep demeden Çorum, kimi zaman anlamayana davul zurna az olmalı... Kimi zaman yirmi otuz kırk yaşında olmalı, hayıflanmalı, kimi zaman kendine, kimi zaman herkese, her şeye kızmalı, öfkelenmeli, sevmeli, sevilmeli, incinmeli, incitmeli, küfretmeli, dilini ısırmalı, dişini sıkmalı, gözlerini kaçırmalı, içine içine bakmalı... Kimi zaman az, kimi zaman çok, kimi zaman can, kimi zaman çor olmalı... Üşengeç, utangaç, sarsak, sakar, tembel, hımbıl, titiz, dakik, saçları kimi zaman uzun, kimi zaman kısa, kimi zaman siyahı, kimi zaman beyazı çok, kimi zaman umudu az, kimi zaman iştahı çok, kimi zaman çay bardağı, kimi zaman  kahve fincanı... İşi olmalı, işsiz olmalı, işini sevmeli, nefret etmeli, gıcık olmalı, uyuz olmalı, hayran olmalı, buz olmalı, ateş olmalı, şeker olmalı, ağu olmalı, gıcık etmeli, uyuz etmeli, kapıyı çarpmalı, süzülür gibi çıkmalı, hata yapmalı, pişman olmalı, boyunu aşmalı, haddini taşmalı, tevazu bir paçasından, kibir diğerinden akmalı kimi zaman; vesaire vesaire...

Hepsinden olmalı elbette, hepsi olmalı... Aslını bilmeli ama; aslında, kim olduğunu bilmeli...

Şu, anlamama, anlatamama, anlaşılmama, yanlış anlaşılma meselesini de, o kadar da kafaya takmamalı... Ser dağınık olduktan sonra, sen hamarat olsan, ne fayda...


17 Ağustos 2017 Perşembe

Kabul

Kabullen...

 Yolu üzerindeki kuşlar rahatsız olmasın diye, yolunu değiştiren birini, incitmeyin...

16 Ağustos 2017 Çarşamba

kusur mu

Çayın son bir iki yudumunu, her zaman, bardağımda (arkamda) bıraktığım doğrudur; her nedense... Bu kusur mu, bilmem ama, yine de söyle, hakkını helal etsin...


15 Ağustos 2017 Salı

Üç güzel

Üç güzel;

'yardan düşmüştüm, yaralarım, yardan armağandır.'

'sen kuyunun içine bakarsan, kuyu da, senin içine bakar'

'uçurumun kenarındayım Hızır,
 koca yar, adım çağırır, kaldım parmaklarım ucunda.'

İkincisi; bir başka güzel...

kul

İstiyorsun ki, kar beyaz olsun göğün yüzü,
Bilmiyorsun ki, beyaz da bir, siyah da.
İstiyorsun ki, kanat sesleriyle dolsun bülbüllerin,
Bilmiyorsun ki, bülbül de bir, karga da.
İstiyorsun ki, bahar olsun kışın,
Bilmiyorsun ki, baharın da bir, zemherin de.
İstiyorsun ki, insan olsun; dağ olsun, duvar olsun,
Bilmiyorsun ki, insan da bir, viran da.
İstiyorsun ki, söz şifa olsun, kulak merhem,
Bilmiyorsun ki, dil de bir, lal da.
İstiyorsun ki, dizine uzanayım,
Bilmiyorsun ki, diz de bir, taş da.
İstiyorsun ki, kalbi beşik olsun, ruhu ninni,
Bilmiyorsun ki, ninni de bir, ağıt da.
İstiyorsun ki, bir dost olsun, bir de sevgili,
Bilmiyorsun ki, şems de sen gibi, leyla da.
İstiyorsun ki ait olayım,
Bilmiyorsun ki, sıla da bir, gurbet de.
İstiyorsun ki, bitsin artık,
Bilmiyorsun ki, bitse de bir, bitmese de.
İstiyorsun ki, koşturayım da çatlasın kalemim,
Bilmiyorsun ki, az da bir, çok da.
İstiyorsun ki, olmasın böyle,
Bilmiyorsun ki, olsa da bir, olmasa da.
İstiyorsun ki, yırtılsın için,
Bilmiyorsun ki, yırtılsa da bir, yırtılmasa da.
İstiyorsun ki, duyulsun sesim,

Bilmiyorsun ki, kul, duysa da bir, duymasa da...

12 Ağustos 2017 Cumartesi

iki buçuk

Hocam dedi, telefonunuzda feysbukta bir resme bakabilir miyim? Sesi tanıdık değildi, daha ben ne olduğunu anlamadan, ekledi; bugün kapalıya iadem var! Simasını hatırlıyordum, adını hatırlayamamıştım ama, samimi olduğum hükümlü çocuklardan biri değildi. İstediği şeyin, kurum kurallarına aykırı oluşu umurunda değildi... Tereddüt etmedim, uzattım telefonu, sizin feysinizden bakabilir miyiz hocam dedi? Tabi dedim, feysime girip, tekrar uzattım telefonu. Yaklaşık iki üç dakika kadar uğraştı, arama kısmına bir şeyler yazıyor, siliyor, tekrar yazıyordu...Hocam bir de siz deneyin deyip, bana uzattı, söylediği ismi girdim. Hayır hocam dedi, bunlardan hiç biri değil, sağolun deyip, çıktı odadan... Yemekten sonra, kurum binasının hemen yanındaki gölgede, diğer çocuklarla sohbet ederken, çıka geldi, hocam dedi tekrar deneyebilir miyiz, bu sefer benim feysimden deneyelim! Açık alanda, herkesin içinde istemesi, külli yasaktı. İkiletmedim, oturdu yanı başıma, defalarca denedi, yine olmadı, hocam siz deneyin denedi, hep aynı uyarı; ya şifre ya kullanıcı adı yanlış! Hızlı adımlarla ayrıldı yanımdan, bir iki dakika sonra yine geldi, hocam dedi, telefon etmeye gitmiştim, elinde bir kağıt parçasının üzerinde bir şeyler yazılıydı, denedik defalarca, olmadı bir türlü...

Öğleden sonra çocuklarla voleybol oynayacaktık, odama çekilmiştim! Hocam diyerek girdi içeri, bu sefer tamam, bir kez daha deneyebilir miyiz? Söylediği ismi girdim arama kısmına, hocam işte bu dedi heyecanla! Oğlum dedim, bu resim, biraz önce de çıkmıştı zaten. Hocam dedi, profil fotoğrafını değiştirmiş, tanıyamadım, iki buçuk yıl oldu görmeyeli...Sadece iki fotoğraf vardı, baktığı feys sayfasında, dakikalarca düşürmedi elinden telefonu, kah resmi küçültüyor, kah büyültüyor, baktıkça bakası geliyordu sanki... Sağolun hocam dedi, başka hiçbir şey söylemeden çıktı kapıdan, yine... Bugün menüde voleybol vardı, kapalı spor salonuna inip, voleybol oynamaya başlamıştık ki, ilk setin ortalarıydı, bu sefer salona geldi. Hocam dedim, fotoğraflara tekrar bakabilir miyim? Durdurdum oyunu, feysime girip, verdim telefonu, ama dedim, sakın bir yerlere bir şeyler yazma ama! Tabi hocam dedim, aldı telefonu, geçti kenara, yaklaşık beş dakika sonra getirdi telefonu, sağolun demeyi yine ihmal etmedi. Neyse, iki voleybol katili de bizim takıma düştüğü için kaybettiğimiz maç sonrası, odamda daha yeni yeni soluklanmışken, tekrar odama girdi, daha rahat daha keyifli görünüyordu... Hocam dedi, yine bakabilir miyim? Belliydi, bu sefer sadece bakmaya gelmemişti, anlatmaya gelmişti... Anlattı hikayesini, hocam dedi, iki buçuk yıldır görüşmüyoruz dedi, en son ne zaman yüz yüze geldiniz dedim, hiç dedi! Nasıl yani dedim, oturup bir çay içmediniz mi? Hayır hocam dedi, hiç yüz yüze gelmedik... Neden dedim, hocam dedi, iki buçuk yıldır içerideyim. İyi ama, izin kullandığında gitmedin mi yanına dedim? Olmadı hocam dedi, bir türlü olmadı, bir şeyler oldu, olmadı işte! Fotoğrafı var mı dedim? Yok dedi! Senin onda var mı dedim? Yeni gönderdim dedi, bir arkadaşıma gönderdim, o da, ona verecek dedi... Kapalıya iadem çıkmasaydı, yakında izne çıkacaktım, o zaman görürdüm belki... Yaşadığı yeri, babasını, okulunu, abisini, nasıl tanıştıklarını, neler olduğunu anlattı uzun uzun... Hocam dedi, onu gördüm ya, fotoğraftada olsa, bu bana yeter dedi. Ne kadar cezan kaldı dedim, bir buçuk yıl kadar dedi. Korkuyorum dedi, bu bir buçuk yıl geçer geçmesine de, sonrasında yine bir şeyler olur, onu yine göremem diye...


Sağolun hocam dedi, yavaşça kalkıp, çıktı kapıdan...

11 Ağustos 2017 Cuma

Ukde

Kırgınlık mı, kızgınlık mı, kırıklık mı, pişmanlık mı, hüzün mü, keder mi, acı mı, hasret mi, nefret mi, sitem mi emzirir bilemedi; bu ukdeyi...

Derin bir nefes ile alıp, derin bir elhamdülillah verdi... Sev ama unutma dedi; kul, aldığından azını verir...

La^1


Ayak bağı

Tezahür ettiğin, tecelli ettiğin, yansıdığın gölgeni düşürdüğün kulunu istemem! Hep'i vermeyeceksen, boynum kıldan ince. Yeter ki, hiçi ruhuma ayak bağı etme...

10 Ağustos 2017 Perşembe

ya

Cam kenarına bırakılmış, ikinci bir boş bardağı fark etti; etrafında ne kaşığı, ne de tabağı olan... Emindi, hiç bir bardağı, tepsiye yalnız koymazdı... Olduğu gibi bıraktı, toplamadı; dokunmadı bile hiçbir şeye... Açık bir çay doldurdu, iki kaşık şeker attı, sola karıştırdı çayını, kenara koydu kaşığını. Camın kenarına bırakılmış bardağın soluna çekip bir sandalye, oturdu, bi yudum aldı çayından... Camı açtı, sevdiği sözü hatırladı birden; ğöğün yüzüne bakmak, yerin yüzüne bakmak birdir oğul! Kapıya çevirdi yüzünü, bir süre baktı, doğruldu yerinden sonra, yöneldi kapıya...

Rabbim dedi, ya olmasaydın... 

9 Ağustos 2017 Çarşamba

La^


Seyir

Bir blog toplantısı için daha uygun bir yer olamazdı diye düşündü, çay ocağında çayı demlerken, gelmelerine daha vakit vardı ama, çay kısık ateşte, yavaşça demlenmeliydi. Karanfili çok severdi, belki sevmeyen olur düşüncesiyle, kapattı, bir kaç saniye önce açmış olduğu kavanozun kapağını, alışkanlık işte...

İki masayı birleştirmişti zaten, sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen sandalyeleri son bir kez düzeltti, ocağa yöneldi, çaydanlığın kapağını kaldırıp, kokladı, yüzünde bir gülümseme ile, kapının açıldığını duydu...

Gelen kişiyi, gelecek diğer kişiler gibi, ilk kez görüyor, bazılarının isimlerini bile bilmiyordu. Tebessüm vermek sünnet, almak farz idi; Ve tebessüm etti... Gelenin adını biliyordu, gözleriyle buyur etti...

Ardı sıra açılıp kapanmaya başladı kapı, ismini bildiği bilmediği ama illa ki ilk defa gördüğü, çok geçmedi, son bir kez kapanmadan önce, son kez kapandı kapandı... Çayların bir kısmını açık, bir kısmını demli doldurdu, haliyle, çay bardaklarının sayısı, sandalyelerin sayısından biraz fazlaydı; kimin, çayı nasıl içtiğini henüz bilmiyordu. Çay servisini yapmış, her çay tabağına bir tane kesme şeker, çay kaşığı iliştirmiş, şeker kabını ise  ortaya koymuş, son boş sandalyeye oturmuş, seyre başlamıştı... Hepsi çaya şeker atmamış, ama hepsi, yüzlerinde bir tebessümle, çayını karıştırmıştı... Nedenini anlamamış olsalar da, bir hikmeti olduğunu anlamışlardı...

Ne güzel diye geçirdi içinden, çay ehli çıkmıştı misafirler, bardağın biri boşalıyor, biri doluyordu... Seyir devam ediyor, yüzlerinden çok, nereye baktıklarına bakıyor, soru sormuyor, cevap aramıyor, bu anın, istisna halin, keyfini çıkarıyordu....

Son kez kapandığında kapı, bazı çay bardaklarının ait olduğu çay tabağının kenarında olduğunu, bazı çay kaşıklarının ise ait olduğu çay bardaklarının ve çay tabaklarının da dışında olduğunu fark etti...

Canının, yine yandığını hissetti...

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Selamun aleyküm Üsküdar

Bir kaç hafta önce, içinde bolca Kadıköy ve Üsküdar geçen bir blog yazısı okumuştum, birden fazla yazı desem daha doğru olur. İkisine de, bir minibüs ya da bir otobüs mesafesinde biri olarak, ikisinden de mahallesine yürümüşlüğü olan biri olarak, Kadıköy'de daha çok bulunmuş, ama Üsküdar'ı daha çok seven biri olarak, bir şeyler karalamak istedim, tam olarak bilmediğim bir nedenle...

Yedi yılım; orta okul, lise ve dershane dönemim Kadıköy'de; Yeldeğirmeni'nde ve dershaneler sokağı civarında geçti. Okulumuzun spor salonunda diyemiyorum, beden eğitimi yaptığımız ek binanın tavanında haç işareti vardı, bahçemiz yoktu, çayırönü durağında iner, hemen karşısındaki dik bir yokuştan çıkar, öyle varırdım, orta okul ve liseyi okuduğum okuluma. Dershaneler sokağının hemen yan sokağındaki Saray Bilardo'nun, dili olsa da konuşsa ki hala yerli yerindedir ama hayli zaman oldu gitmeyeli... Osmanağa Camisi'nin kıyısındaki daracık sokağa, o kadar tezgah ve dükkan nasıl sığmış, hala aklım ermez, ama severim o sokağı... Rıhtım'dan Bahari'ye ya cadde üzerinden, yani boğa heykeli üzerinden değil de, postane tarafından, ara sokaklardan daha keyifle gidilir ve daha güzel kokularla. Antikacılar sokağını hatırlıyorum, zira uzun zaman oldu gitmeyeli. Bir de, Moda'da çay bahçeleri vardır, denize kuş bakışı, bazen Bahari'yeden, bazen iskeleler boyunca deniz kıyısından giderdim. Söğütlüçeşme'yi, Salı Pazarı'nı ( o zamanlar henüz taşınmamıştı), Rıhtım civarlarını pek sevemedim. Özellikle postanenin üst tarafını ve sol üst çaprazını severim ( kabul ediyorum, ilginç bi yön tarifi oldu), balık kokusu, kahve kokusu, kokoreç kokusu ile hatırlarım hep ki bu da değişmemiştir hâlâ. Uzun lafın kısası, Rıhtım'dan, boğa heykeline çıkarken, sağ kolumu kaldırırım, çizerim sınırlarını...

Geleyim Üsküdar'a; çok daha az yaşamış olmama rağmen, daha farklıdır benim için... Bunu sadece his ile açıklayabilirim. İklimi çok farklıdır Kadıköy'den, daha sıcaktır, daha serindir, daha sakindir, daha huzurludur. Özellikle, Mihrimah Sultan Camii bir başkadır... Meydandan, Kız kulesine doğru değil de, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nün ayaklarına doğru yürümek bir de, kıyı boyunca... Bu ikisi, yetiyor da artıyor benim için, Üsküdar'ı Kadıköy'den güzel kılmaya...

Kadıköy, Selam! der en fazla... Üsküdar, Ve aleyküm selam!

Gönül, Allah'ımın selamına meyletmişse, ne güzel...

6 Ağustos 2017 Pazar

değil

Değil kalbine, ruhuna dokunsa nafile! Bu, senin savaşın; yalnız savaşırsın...

4 Ağustos 2017 Cuma

cuk

Diyelim ki bir tavsiyeye ihtiyacınız var, yirmili kırklı altmışlı yaşlarda üç aynı kişi, size tıpa tıp aynı tavsiyeyi veriyor. Size tavsiyem, ihtiyar tavsiyesinin dizinin dibinden ayrılmamanızdır. Kelimelerin aynı olması, içerdiği mananın da aynı olduğu anlamına gelmez. Söylediği/yazdığı sözün, üzerine cuk diye oturduğu çok az insan tanıdım, sanmayın ki lafım meclisimizden dışarı... Ne zaman lafın yolunu uzatacak olsam, illa ki bir kestirme çeliyor aklımı; azın anlatamadığı özü, çok nasıl anlatsın!

3 Ağustos 2017 Perşembe

bile

Oturup da şöyle, iki lafın belini kırsak, kalbimiz neyse de, ruhumuz kırılır. İlk kez bir bebeği kucağına aldığında hissettiğin, tedirginliği, acemiliği ve korkuyu hatırlıyor musun?

Zararı yok ; yaşasın ruhunuzun bile duymadığı kırıklar!

beşik

İşiniz, eviniz, konuştuğunuz, yazdığınız, yediğiniz, içtiğiniz, aileniz, dostunuz, sevgiliniz, izlediğiniz, dinlediğiniz, okuduğunuz, güldüğünüz, giydiğiniz, yaşadığınız bir yana! Yatağınıza girip, sağınıza yatıp, çarşafı üzerinize çekip, gözlerinizi yumup, yaşadığınız bir yana...

Beşiğimiz sallanıyor, bir o yana bir bu yana...

yoz


Yoz bir mutluluk değil istediğim, ' insan yoğunluğunu arar' daki sırrı anlamaya çalışıyorum. Üstünüze alının diye söylüyorum, gölge ediyorsunuz!

Benim gölgem, bana yetiyor oysa...






2 Ağustos 2017 Çarşamba

hatır

Arzın ve Arşın Hükümdarı'nın hatırını görmezden gelen, senin hatırını görmezden geldi ya da görür mü diye mi, bu ince sitem, hüzün ve sızı!

Etme...

limoni

Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.

Rad suresi / 28. ayet

Bulmaya, iyileşmeye, yetseydi; bu özge ayet-i kerime yeterdi... Demem o ki, Rabb'inle bile aran limoni iken, kul için kasma bu kadar...

Ama sen insansın

Saint Exupery / Kale
Ama sen insansın...

Bir yerde görürseniz; kitapçıda, kütüphanede, arkadaşınızın elinde ya da bir tavsiyeyle, kitap kurdu olsanız da, benim gibi olmasanız da, acizane önerim, mutlaka okumanızdır...

Şu mealde bir bölüm vardır kitapta ( alıntıdan ziyade, anladığımı aktarmayı daha çok severim) ; vücudunun her yerini çıbana benzer yaraların kapladığı insanlardan bahseder, önce iyileşmek isterler, uzak ülkelerden merhemler getirilir, iyileşirler. Ama kısa bir süre sonra, merhem sürmeyi bırakır, iyileşen yaralarını kanatır, eski hallerine dönmek için çaba gösterirler.

Yazar, bu tuhaf gibi görünen durumu şöyle açıklar; yaraları sayesinde o insanlar, kendilerini diğer insanlardan farklı görüyor, yaraları sayesinde bir yere tutunabiliyordu...

Haklıydı...

1 Ağustos 2017 Salı

SAM yeli

AŞK rüzgarında gözüm yok Efendim! SAM* yeli için esirgeme yeter...

*sadakat adalet merhamet...

file

İki alim kardeş varmış, küçük kardeş bir dağ kulübesinde, ağabeyi şehirde yaşarmış. İade-i ziyaret için, şehire doğru yola çıkmış, ikram olarak, bir pazar filesine doldurduğu balı götürüyormuş ağabeyine, keramet bu ya, bir damla bal bile damlamıyormuş. Şehire girdiği andan itibaren damlamaya başlayan baldan, ağabeyinin evine geldiğinde, eser kalmamış. Kapıyı açan ağabeyi, bir kardeşinin üzgün haline, bir boş pazar filesine bakmış ; üzülme kardeşim demiş, o filenin, bu şehirde damlamaması, zaten mümkün değildi...

Öykünün aslı bu değil, ama böyle okumayı, gerçekten seviyorum. Sizden aldığından, daha azını sırtınıza yük eden kaç insan tanıdınız! Serden geçmeden belki yare gidilir amma, Hakk'a gidilmez! Hakk'a, çırılçıplak ve yalnız yürünür... Boyumu aşan sözlerimde, ilk boğuluşum değil bu, siz sormadan, ben söylemiş olayım.

Üzülmemeniz gerektiğini bilmeniz, üzüntünüzü dindirmez elbette ; ama, anlamlı hale getirir...